Bugüne kadar bulaşıdan hayatını kaybedenler, on beş bin diyorlar; ama aslında bunun beş katı, diye ahkâm kesenlere kulak asmayasınız sakın ha!
Ağızlar içkili yerler değil ki, kapattım, diyerek kapatasın!
Bunlara inanmayın sakın!
Devlet baba yalan söylemez.
En basit örnek olarak, Sağlık Bakanlığı'nın açıklamasına bakalım.
Bizimle hemen hemen aynı nüfusa ve virüse yakalananların aynı sayıya sahip olduğu ülkelerdeki pandemiden hayatını kaybedenlerin sayısı altmış, yetmiş bin iken, nasıl oyluyor da bizde on beş bin, oluyor, diye konuşanlar var.
İşte bu on beş bin rakamına, yalan, diyorlar!
Buna ve birçok şeye "yalan" diyen bu densizlere bilmediklerini bildirelim.
Bak akıllım!
Bir kere emeklilerin çoğu canlı sayılmaz; yani yaşamıyorlar. Cansız birini sırf toprağa koyduk diye, bunlara ölü muamelesi çekmek olur mu hiç!
Olmaz elbet!
O zaman, ortada yalan falan yok!
Diyelim ve tüm dünyada olduğu gibi bizi de derinden ve de olumsuz olarak etkileyen bu bulaşının bize neler düşündürmesi gerektiğine ciddi olarak bakalım.
Mesela; son iki hafta sonu tüm ülkede sokağa çıkma ya da doğru tanımla, kapanma, uygulandı. Bana kalırsa çok da güzel oldu.
Yok! Salgını engellemek açısından bakmıyorum.
Baktığımı ve gördüğümü söyleyeyim.
Sabahleyin kalktınız ve ekmek almak için açık olan fırının yolunu tuttunuz. Karşı kaldırımda telaşla yürüyen bir iki kişiyi saymazsanız, in cin top oynuyor. Havadaki kuşun kanat sesinden, aç dolaşan bir köpeğin iniltisinden, üşümüş bir kedi yavrusunun mırıltısından başka ses yok.
Ve her yer beton!
Her apartman bir mezar taşı, içindekiler de ölü gibi, sessizce dirilecekleri saati beklemekteler.
Her insan bir dünyadır, diyen Herbert ne kadar da haklıymış meğer! İnsansız bir kent ya da dünyayı düşünebiliyor musunuz?
Kentinizde tüm insanlar yok olmuş, yalnızsınız; her yer beton, her yer sessiz. Cansız betondan ne farkınız var ve sizin yaşamanızın, canlı olmanızın ne anlamı kalıyor ki!
Bir de aksini düşünelim.
Bir sabah kalktınız, kendinizi dışarı attığınızda herkesin size benzediğini, dolayısıyla sizin herkese benzediğinizi gördünüz.
Kıyafet aynı, beden aynı, yüz aynı; yol aynı, yürüyüş aynı, gülüş aynı, somurtma aynı! Aynı fabrikadan çıkmış, aynı beyinler yüklenmiş, aynı işlevleri olan robotlar gibisiniz. Peki, sizin ya da diğerlerinin bir farkı yok ise yaşamanızın ne anlamı var ki!
Demem o ki; her insan ayrı bir sanat eseridir. Kopyalanmış bir sanat eserinin kopyasının değeri olur mu yani!
Benim gibi olacaksın, benim gibi giyineceksin, benim gibi düşüneceksin, bana benzeyeceksin dayatmasına boyun eğen ve ömrünü boynu bükük olarak bitiren biri, ben de varım ve yaşadım, diyebilir mi!?
Düşünürlere göre, İnsanların sadece "iyi" ve "kötü" olarak ikiye ayrıldığı bu dünyada "iyi insan" olmak ve iyiler hanesinde yaşamak istemesi en iyi seçenek değil midir!?
Her din, dolayısı ile Tanrı, "iyi insan olmayı" öğütlemiştir.
Bazı devletler ya da bazı yönetenler halkını aldatmak ve halkın fikrini çelmek için yalan söyleyebilirler; ama Tanrı'nın kulların fikrini çelmek için yalan söylediğini iddia edecek olan çıkar mı acaba!
"İyi" olmaya çalışmak o kadar da zor olmasa gerek!
Yönetenseniz, halkınıza yalan söylememek, yönetilenseniz doğruya "doğru" yanlışa da "yanlış" demek bile yeterlidir sanırım.