Son zamanlarda gittikçe artan bir Batı hayranlığı var. Bu da sömürülmeyi ve bölünmeyi doğuruyor tabii olarak… Bu yazımda; sömürülmenin küreselleşme adı altında emperyalizmi nasıl yaygınlaştırıldığını, insanlarımıza nasıl enjekte edildiğini kısaca anlatmaya çalışacağım.

Şu anda dünyanın, tabiatı ile Türkiye’nin öncül sorunlarından biri küreselleşme adı altında yayılan ve engellenemeyen emperyalizmdir. Dünyaya egemen olan devletlerin en büyük özelliği sömürgeci anlayıştır. Genel olarak baktığımızda kültür, dil ve ekonomik emperyalizm sıcak savaşların yerini almış, güçsüz veya sömürgeye meyilli devletlerin içine işlemiş, o ülkeyi boyunduruğu altına almıştır.

Türkiye, bu sömürgecilik politikalarının kurbanları arasında yerini almış, sömürülen devletler arasındaki yerini sağlamlaştırmaya devam etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’yi öyle bir boyunduruğu altına almıştır ki; bu himaye, ilk olarak kültürel emperyalizmle başlamıştır. Bu düşüncenin, bu projenin ilk temelleri 1950’lerde Türkiye’yi küçük Amerika yapma hayalleriyle/vaatleriyle başlamıştır. Amerikanvari filmlerle, yabancı hayranlığı aşılanarak maalesef başarılı olunmuştur. Yaşam şeklimizden işyerlerimizdeki tabelalara, giyim kuşamımızdan dilimize yapışan özenti sözcüklere varana kadar yaşamımızın her alanına girmiştir kültür emperyalizmi.

Kültür emperyalizminin bir öğesi olan, bununla birlikte başlı başına çok büyük bir sorun olan dil emperyalizmi de sömürülüşümüzün çok büyük bir göstergesidir. Zamanla illaki dilimize yabancı kelimeler giriyor. Çünkü kaynaşıyoruz, küresel bir dünyada yaşıyoruz. Sosyal olarak küreselleşmenin yararını görebiliriz. İletişim, haberleşme son derece ilerde. Dünya küçük bir köy… Bunlar güzel şeyler; ama dilimize özenti kelimeler koymak, başka dillere hayran olmak akıl alır şey değil. Almış başını gidiyor bir İngilizce hayranlığı… Aman ha İngilizce düşmanı sanmasınlar beni… Kökleri 5 bin yıl önceye dayanan zengin Türkçemizin yanında; 300-400 kelime ile konuşulabilen, temeli birkaç yüzyıla dayanan birkaç dilin kırması bir dilden bahsediyoruz…

1953’te İsmet İnönü Dönemi’nde yeni bir kanunla Türk eğitim sistemine yeni bir düzenleme getirildi. Bu düzenlemeye göre Türk eğitim sisteminin başında bir kurul bulunacaktı. Bu kurul sekiz kişiden oluşuyordu. Dördü Türk, dördü Amerikan olan bu kurulda, başkanın oyu iki sayılıyordu. Diğer bir deyişle eğitimimiz için önemli kararlar, Amerikan kültürüne hizmet edilecek şekilde alınıyordu. Yani bizler bir-iki senelik değil, elli senelik planlarla sömürülüyoruz.

Aynı sistemle Fransa, Fas ve Cezayir’e; Rusya, Ortadoğu Türk devletlerine dil emperyalizmini uygulamışlar ve başarılı olmuşlardır. Bir başka örnek Gambiya ve Senegal… Afrika’da bir nehrin bir tarafı Gambiya, diğer tarafı Senegal… Bir taraf İngiliz, bir taraf Fransız sömürgesi… Bunlar, aynı dili konuşan bir kabile sömürgeleştirilmeden önce. Ne var ki şimdilerde birbirleriyle konuşamıyorlar. İngilizler İrlanda’da da aynı şeyi yaptılar. Sömürge altına alınan İrlanda’da “Yüksek Millî Öğretim Kurulu” adı altında sahte bir millî kurul kuruldu. Bu kurulun amacı; kent toplumuna, yani İrlandalılara yutturmaya çalıştırdıkları laflardı. Bizim 50 senedir ülkemizde yutturmaya çalıştırdıkları laflar gibi. Bu kurulun başında İngiliz valisi, birkaç İrlandalı da –İngiliz yalakası– kurul üyesi oluyordu. Sonra bir emirle yarından itibaren ilköğretim, ortaöğretim, lise, üniversite olmak üzere eğitim dili İngilizce yapıldı. Oysa hepsinin dili “Gaelik” dili, yani anadiliydi. Fakat 1920’de İrlanda Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından eğitim dili resmî dil olan Gaelik dili oluyordu.

Dünyada bunun gibi birçok örnek var. En korkunç sömürgecilik, eğitim kapitülasyonları yoluyla beyinlerin sömürgeleştirilmesidir. Ekonomik, politik ve kültürel sömürü, hemen ardından gelir, uzun vadeli bir yerleşme programı uygular. Okul kitapları bile İngiltere’den, Amerika’dan ithal ediliyor. Yabancı okullar, Lozan’a aykırı olduğu halde yeniden ve yenilenerek açılıyor.

Diğer geri kalmış dünya ülkeleri gibi, emperyalizm altında ezilmek ve sömürülmek istemiyorsak, var gücümüzle emperyalizmin boyunduruğu altından kalkmalıyız. Bu dava her gerçek solcunun, her gerçek milliyetçinin, her gerçek bilimcinin, her gerçek sanatçının, her gerçek hümanistin ve her gerçek Türk gencinin, yaşlısının en öncül davalarından birisi olmalıdır.

Hiçbir Türk devleti bir başka devletin boyunduruğu altında yaşamamıştır. Milletimizin uyanması ve dünyaya gerçek Türk gücünü, bilincini ve adaletini göstermesi için geç değil…

Bu işin sağı-solu yok… Aydınlanalım, aydınlatalım… Ve yayılsın bu ışık Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e, günümüzden nice yüzyıllara… Mutlu, aydın, temiz, çalışkan ve bilinçli bir gelecek için el ele…