“Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Erzurum ve Doğu Anadolu’dan yüz binlerce insan muhacir olarak yollara düşmüş, kar, kış, tifo, tifüs sonucu hastalıklara yakalanmış, açlık, yokluk, soğuk ve başka nedenlerden dolayı yollarda on binlercesi vefat etmiş, savaş sonrasında 80.000 kişilik şehir nüfusu 8.000’e düşmüştü.
İşgal yıllarında Erzurum; yanmış, yıkılmış bir harabe halindeyken 1918 yazından itibaren yeniden derlenmeye, toplanmaya, yaralarını sarmaya başlamış, çocukların eğitimini unutmamış yeniden eğitim ocaklarının açılması için çaba sarf etmişti.
… Kazım Karabekir Paşa Darü’l-Eytam (Yetimler Evi) dan yaşları 12’den büyük 33 çocuk alarak mevcut iki kolorduluk takımlara vermiş, askerlerden terhis olup gidenlerin yerine Erzurum ve Bayburt’tan gelen kimsesiz çocuklarla doldurulmaya başlanmıştır.”
Yukarıda okuduklarınızı Palandöken Belediyesi Yayınları arasından üç ayda bir çıkan Beyaz Şehir Palandöken Dergisi 2015 Güz sayısında Abdurrahman Zeynal Hocanın yazısından aldım. Zeynal’da bu yazdıklarını Albayrak Gazetesi’nin 107. sayısından almış. Yani baştan sona su katılmamış tarihi hakikatler. Gazete sayfalarına kadar düşen bir çaresizlik fotoğrafı.
Haberin içerisinde yüz binlerce insanın yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalarak yollara düştüğünü okuyoruz…
Kar, kış, tifo, tifüsün; açlık, yokluk, soğuk gibi caresizliklerle birleştiğinde nelere sebep olduğunu okuyoruz…
Yollarda nereye gideceklerini bilemeyen insanların yollarda kalışına şahit oluyoruz…
Koca bir şehrin nüfusunun 8 bine kadar düştüğünü öğrendiğimiz de devamını okumaya takatimiz kesiliyor!
Ben bu satırları neden 2016 yılının ilk mesai günü huzurularınıza getirdim?
Uzunca sayılabilecek bir yeni yıl tatilinden sonra iyice ortaya çıkmış olan Pazartesi Sendromuyla siz başa çıkmaya çalışırken, bir de bunları okutmak reva mıdır?
Evet yeni yılın ilk günleri eski yılın son gününde yapılan çılgınca kutlamaların ardından koca yılın yorgunluğunun atıldığı asude günlerdir diye düşünüyorsanız haklısınız!
Bu size yapılmamalıydı.
Ancak ben öyle düşünmediğinizi, her gidenin hesap vererek her gelenin hayır dualarıyla karşılanması gerektiğini düşündüğünüzü farz ediyorum.
En azından öyle umuyorum.
Bu uzun açılıştan sonra hızla günümüze dönmek gerektiğinin farkındayım…
Ben bu yazının ilk kısmına neden Birinci Dünya Savaşı yıllarında Erzurum’u tasvir eden bir yazıdan alıntıyla başladım?
Çünkü bilgisayarın başına, bitirdiğimiz yılda Erzurum’da yapılamayanları, eksik bırakılanları, yöneticileri eleştirecek şöyle tumturaklı sözlerle dolu bir yazı yazmak üzere oturduğumda…
Aklıma nereden geldiyse Beyaz Şehir Palandöken Dergisi’nde yayınladığımız bu yazı geldi.Döndüm arşive, dergiyi çıkardım, yazıyı buldum ve okumaya başladım.
Savaş ve arkasında bıraktığı enkazdı yazının başlangıcında dikkatler sunulmak istenenler.
Sonra akıl defterimdeki “geçen yıl yapılamayanlar üzerine eleştiri” hanesini hızla kapattım zira onu yazacağımız -ömür varsa- koca bir sene duruyordu önümde.
Ve aklımı Abdurrahman Zeynal Hoca’nın yazdıklarından hareketle geçmişte bu şehrin yaşadıkları bütünüyle kapattı.
Tarihi geçmişte yaşananlar olarak okumayı sevmem, mutlaka bu güne dair rahatsızlık vermesi gerektiğine inanırım tarih okumalarının. Bu nedenle aklımın bir köşesindeki rahatsız taraf hemen Suriye’de, Irak’ta, Kudüs’te, Gazze’de ve dünyanın pek çok yerinde yaşananlar getirip koydu önüme.
Bunlara üzülmek için biraz zaman tanımasını beklerken aklımın rahatsız köşesinden o beni dinlemedi ve bu güzel ülkenin Güney Doğu’sunda hayatı insanlara zehir etmeye çalışan hainlerin yaptıklarına götürdü.
Sonra dedim ki, şu son cümleyi yazmak için bütün yazıyı boş bırakmaya bile değer! Şimdi eksikleri değil bu güzel ülkenin dostlara kıvanç, düşmanlara tedirginlik veren durumuna bakıp şükretmek zamanıdır.
Ha, o cümle mi?
Allah bizi bir daha vatansız bırakmasın. Ve nereye gideceğini şaşırmış muhacirlerin çaresizliğine düşürmesin.